Seyahat Notları

Rotamız Balkanlar : Romanya Gezi Notlarımız

Ajansımız Kubix’in ekipçe katıldığı Romanya gezisiyle alakalı gezi notları, tavsiye ve önerileri aşağıdaki yazıda sizinle paylaştık:

“Romanya’dan başka gidecek bir yer bulamadınız mı?” diye sorduğunuzu duyuyor gibiyiz sanki. Evet, açıkçası biz de oldukça ön yargılı çıktık bu yolculuğa. Neyse, hem iş gezisi hem de hafta sonuna uzatacağımız bir tatil, 4 gün gidip görelim diye düşündük daha sonra. Ofisçe hazırlıklarımızı yaptık: Schengen vizelerimizi aldık, uçak biletimizi ve kalacağımız otelleri ayarladık ve düştük yollara.Yazımızın başlangıcında belirtmemiz gereken ilk şey, İstanbul’dan Bükreş’e olan yolculuğun sadece 45 dakika sürmesi. İstanbul’da yaşayanlar ve her gün trafikte saatlerce vakit geçirenler için bu kısa mesafe büyük bir avantaj.

 

Bükreş’te Neler Yaptık?

Havaalanından şehir merkezinde yer alan otele yolculuğumuz esnasına Bükreş’in yemyeşil bir şehir olduğunu fark ettik. Birçok park alanı, bisiklet yolu, tarihi bina ve Batı Avrupa şehirlerini andıran görünüm bizi oldukça etkiledi. Yeri gelmişken; Bükreş Doğu Avrupa’nın Paris’i olarak da biliniyormuş. Bu algının başlıca sebepleriyse Bükreş’in sahip olduğu neo klasik binalar ve geniş bulvarlar. Bu arada, Bükreş’in adını Romence’de neşeli anlamına gelen ‘bucur’ kelimesinden aldığını biliyor muydunuz?

İlk günümüzü daha çok işle geçirdik. Paravion ve Zitec şirketlerini ziyaret ettik, uzun zamandır birlikte çalıştığımız ekibi yakından tanıma fırsatı bulduk. Burada fazla detaya girmeyeceğiz  ama şunu fark ettik ki, Romanyalılar çok cana yakın, güler yüzlü, sıcakkanlı insanlar.

İkinci gün Bükreş’i gezme fırsatımız oldu. Gezerken, bir yandan komünizmin izlerini atmaya çalışan, öte yandan Avrupa Birliği’ne girişiyle hızla gelişmeye başlayan Bükreş’i göreceksiniz. Harap olmuş, restore edilmemiş binalar ve modern neo klasik yapılar yan yana. Hem yapı olarak hem de şehirde gördüğümüz dinamizm bize Berlin’in 20 yıl önceki halini hatırlattı açıkçası. Yabancı yatırımlar da göze çarpıyor; Alman, Avusturya, Hollanda şirketlerinin yanı sıra adım başı Türk şirketleri de gördük: Garanti Bankası, Koton, Damat vs. bunların sadece birkaçı.

Rehberimiz Valentina’nın anlattığına göre Komünizm döneminde insanlar lüksü görmek için o zamanlar şehrin tek yabancı özel oteli olan Intercontinental otel lobisine giderlermiş. Gezdiğiniz sokaklarda o zamanlarda yaşananları hissederken bir yandan da yeni Romanya’nın gelişim sürecine tanıklık ediyorsunuz.

Bükreş’e gidince House of People olarak adlandırılan eski parlamento sarayını gezmeden geri dönmeyin. Bu arada House of People dünyada Pentagon’dan sonra 2. büyük yapı olarak geçiyor. Şehrin tam göbeğinde yer alan bu devasa yapının her köşesinde Ceauşescu’nun megalomanisini hissediyorsunuz. Orada yaşananlar Turistlerin çok fazla ilgisini çekse de, Romanyalıların çoğunun bu yapıdan utandıklarını gözlemleyebiliyorsunuz.

Romanya Mutfağını Da Çok Sevdik…

Evet şimdi gelelim kalbimizin ve aklımızın kaldığı en önemli konuya: Romanya yemekleri…

Yemekler hakkında ilk söyleyebileceğimiz şey porsiyonlar ne kadar büyükse fiyatların da bir o kadar küçük olduğu. Bizim gibi yemeğe düşkün olup doymak bilmeyen kişiler için Romanya bir cennet diyebiliriz. Gezmek için gitmek istemeseniz bile, sadece o yemekleri yemek için bir hafta sonu gitmenizi öneririz.

Menüye baktığınızda bazı isimler ilk başta anlamsız gelse de yemeğin içeriğini okudukça Türk mutfağı ile olan benzerliği fark ediyorsunuz. İnanmazsınız; fakat lahana dolması konusunda bizimle yarışabilirler. Lezzet 10 numara…Çorbalar kesinlikle favorimiz: 28 çeşit çorba olduğunu öğrendik, köfteli, etli, sebzeli, baklagilli… Onlar da bizim gibi çorbaya “ciorba” diyorlar zaten. Özellikle bir Transilvanya çorbaları var ki, tadı damağımızda kaldı.

Çorbadan sonra mutlaka et yerler Romenler. Bizim İnegöl köftesine benzer köfteleri var örneğin, Miç diyorlar. Her yemeğin yanında ekmek yerine Mamaliga veya Polenta dedikleri mısır unundan yapılan püre tarzı bir şey geliyor.

Özetle bizim damak tadımıza inanılmaz uygun seçenekleri var. Zaten Osmanlı mutfağı, Rus, İtalyan, Alman kökenli yemekler, Romanya mutfağını oldukça zenginleştirmiş; fakat asıl konu tatlılar! Tekrar tekrar yemeye doyamadığımız bazen sırf daha fazla yemek içi akşam yemeğini es geçtiğimiz efsane Papanaşi. Bizim lokma veya “donut” benzeri içinde eritilmiş tatlımsı peynir, üzerinde de bolca vişne marmeladı ve kaymak. Kafanızda canlandırabildiniz mi? Bize göre herkesin hayatında mutlaka denemesi gereken lezzetlerden biri.

Bir başka çok sevdiğimiz tatlı ise Kürtös. İlk gördüğümüzde ne olduğunu bilemediğimiz, kokoreç gibi odun ateşinde yuvarlak bir çubuğun etrafında pişen mayalanmış hamur, üzerine de şeker döküp yiyorlar.

Bütün bu yemeklerin sonunda sindirime yardımcı bir içki ne iyi giderdi diyorsanız, işte Palinka burada devreye giriyor. Çoğunlukla evlerde kaynatılarak yapılan özü erik olan bu lezzetli içkiyi farklı sertliklerde bulabilirsiniz. Palinkayı içince ilk başta içiniz yanıyor; fakat sonrası da anlatılamaz… Biz birer şişe aldık getirdik, merak ederseniz gelip tadına bakabilirsiniz.

Romanya’nın Uludağ’ı: Braşov

Bükreş gezimiz bittikten sonra Braşov’a gitmek üzere yola koyulduk. Yolculuk 3 saat sürdü ama yolların yeşilliği doğanın güzelliği bizi büyüledi. Sisli, dağlık ve esrarengiz bir yer düşünün işte orası Transilvanya: Vampir efsanelerinin doğduğu yer. Gerçekten oradaki atmosfer her an bir köşeden vampir çıkacağı hissini veriyor size.Yolda Peleş kalesinin önünde duruyor manzaraya hayran hayran bakıyoruz, bir de gurup fotoğrafı çekiyoruz. Zamanımız olmadığı için, içini gezemedik ama bir sonraki ziyaretimize not düştük şimdiden.

Akşamüstü Poiana Brasov’da bulunan Hotel Alpin’e vardık ve odalarımıza yerleştik.  Poiana Braşov Romanya’nın ünlü kayak merkezi, bizim Uludağ’ımız gibi. Ama tabi sezon olmadığı için kayak yerine doğada yürüyüş yapmayı, yeni evlenen çiftlerin sarhoş olup sokakta bisiklete binmelerini izledik. Bunun dışında otel odamızda ekipçe güzel vakit geçirdik, tabu oynadık ve arkadaşımız Remus ile bolca muhabbet ettik.

Ertesi gün Braşov şehrini gezdik. Eski şehri gezerken büyülenmemek elde değil. Bir an kendimizi Avusturya’da gibi hissettik, binaların renk uyumu, mimarisi, eski Alman işgali olduğunu gösteriyor zaten.

Braşov’a yarım saat mesafede olan (Drakula’nın) Bran Kalesi bölgenin en turistik yerlerinden. Siz de buraya neden Drakula kalesi dendiğini merak edenlerdenseniz, açıklığa kavuşturalım: Drakula gerçekten yaşamış birisi değil, sadece Bram Stoker’in “Drakula” adlı başyapıtının hayali ana karakteri. Bram Stoker’ın bırakın Romanyalı olmasını (kendisi İrlandalı), daha önce Romanya’yı ziyaret ettiği bile şüpheli.

 Vlad Tepeş, nam-ı diğer “Kazıklı Vodyoda”, Drakula karakterinin esinlenildiği sanılan kişi; o bile burada yaşamamış! Burası sadece hikayede bahsi geçen kaleye en çok benzetilen kale olduğu için, büyük oranda turistik amaçlarla “Drakula’nın Kalesi” diye anılan ve zamanında Erdel ve Eflak arasında gümrük görevinde bulunmuş, Osmanlılara karşı savunmada kullanılmış ve 1920’li yıllarda Romen Kraliçe Mary’ye ev sahipliği yapmış bir kale.

Yine de hayal kırıklığına uğramayın. Buna rağmen içerde ürpertici işkence odalarının, daracık gizli geçitlerin, tarih kokan odaların ve vampirlere dair bilgi ve resimlerin bulunduğu bu kaleyi gezdiğiniz için yeterince mistik duygular hissedeceksiniz.Kısacası biz sevdik Romanya’yı. Sizin de yeterince merakınızı uyandırabildik mi? O zaman bir sonraki hafta sonu gezinizi hemen planlayın.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.