#Keşfet, Dünya

Yaşarken Mutlaka Görülmesi Gereken 14 Muhteşem Yer

Bugün yolculuğumuz biraz uzaklara olacak, İlk anlatacağımı yer Güney Afrika Ülkesi olan Tanzanya’nın kuzeyinde yer alan muhteşem bir doğa parkına Tarangire National Park’ı keşfedeceğiz.

1.Tarangire National Park , Tanzanya

Tanzanya’nın 14 Milli Parkından birisi olan Tarangire, keşfedilmesi gereken bir yer. Onlarca hayvan türünü doğal ortamında görmek, onları yakından tanımak için Tarangire doğa parkından daha güzel bir yer olabilir mi emin değilim. Park kış aylarında bir hali sulak bir alan olsa da yaz aylarının kuraklığında başta park  sakinleri olan hayvanlar olmak üzere herkesi susuz bir yaz bekliyor. Parktaki yaşayan canlıların tek ümidi Tarangire nehrinin getirdiği sular ve parkın güneybatısında yer alan Manyara ve Burungi gölleri. Burungi gölü daha küçük olmasından dolayı yazın kuraklığına dayanamayarak kurumakta olsa da Manyara gölünde bir miktar su kalmakta.

Canlıları Tarangire nehri ve Manyara gölünden su ihtiyaçlarını giderse de parkın diğer bölümünden gelen canlıların da bu alanda toplanmasından dolayı burada canlılar için yaşamak hali zorlaşmakta. Canlıların tek ümidi sonbaharın gelmesiyle başlayan yağmurlara kadar hayatta kalmak.

Milli Parkın içerisinde ki yolların çoğu bölümü asfalt olmasından dolayı park içerisinde araçla dolaşmak oldukça kolay. Araç ile uğraşmak istemeyenler için Tarangire Milli Parkı‘nın hemen dışında küçük bir havaalanından uçak kiralamak mümkün.

Milli Park içerisinde kamp kurmak isteyenler için çeşitli imkanlar sağlanmakta tabi ki bunlar için ek ücret ödemeniz gerekmekte. Bir kişinin günlük ücreti 35 dolar fakat kamp yapmak isterseniz bir kaç alternatif var ve seçeceğiniz alana ve alacağınız hizmetlere göre 30 ila 50 dolar arasında bir ücret talep edilmekte.  Bu arada unutmadan araç ile girecekler için 40 dolar araç ücreti tahsil edilmekte.

Tarangire Ulusal Parkı 2600Km2’lik bir alana dağılmış ve rakımı 1000 ile 1500 metre arasında değişmekte.

Parkta 300’ün üzerinde kuş türü, Leopar, Aslan, Su aygırları, Fil, Zürafa olmak üzere daha onlarca farklı tür yaşamakta. Parkta ilginizi çekecek bitki türlerinin başında Baobab ağacı geliyor. BU yaşlı ağaçları park içerisinde mutlaka görün. Kısa boyu ve devasal kalınlığı ile parkta karşınıza çıkmakta. 

 2.Haulover Beach Park, Miami

Miami her ne kadar eğlenceli bir yer olsa bile bazen gürültüden uzaklaşıp normal insan moduna geçmek istiyor ben bu durumlarda tercih ettiğim yer Haulover Beach Park oluyor.

Miami’nin kuzeyinde kalan bu plaj palmiye ağaçlarının gölgesinde Atlas Okyanusu’nun o berrak suları ile buluşabileceğiniz bir yer. Yaklaşık 1,5 – 2km boyunca bembeyaz uzanan kumsalın hemen arka tarafında bulunan yeşil alan ile park bölümü.

Miami merkezine yakın plajlarda en büyük sorun hatta kabus otopark olayı ama Haulover Beach Park’da otopark gibi bir problem yok. Çok aşısı kalabalık bir plajda değil hatta öyle ki park ile plaj arasında ki kalan kısımda mangal yakanları görünce Türkiye aklıma gelmiyor değil.

Miami merkezine yakın plajlardan yükselen müzik seslerinden dalganın sesini dahi duymak imkansız ama burada dalga, kuşlar kısaca doğa ile özleşmiş tüm güzellikleri bulmanız mümkün.

Haulover Beach Park’da okyanusta yüzmek dışında farklı aktiviteler yapmak isterseniz dokuz delikli golf sahası (bazen kapalı olabiliyor), tenis kortu, uçurtma alanları hatta uçurtma atölyeleri dahi var.  Geçiyorduk uğradık deseniz takım elbise ile bile gelseniz burada gerekli tüm ihtiyaçları karşılayabilirsiniz. Sessiz sakin dedik güzel dedik ama öyle atıl kalmış bir yer de değil. Sonuçta Miami’den bahsediyoruz.

Aracınız varsa  yada kiralamışsanız Mimami merkezinden 1 saatlik yolculuk ile Haulover Beach Park’a gelebilirsiniz. Miami plajları içerisinde burası biraz daha sakindir çılgın plaj partileri olmasa da, bikinisiz kızlar hayal edenler burada oldukça iyi zaman geçirebilirler.  Yukarıda kendi sayfasından edindiğimiz resim sanırım herşeyi özetleyecektir. Belirtmekte fayda var.

3- Aşıklar Şehri : Paris

Yurt dışına çıkma planları olan hemen hemen herkesin ilk olarak aklına gelen kentlerden biri olan Paris, anlaşılan tüm dünyada aynı izlenime sahip ki son yıllarda turizm sıralamasında hep en üstte yer alıyor. Peki Paris’i diğer şehirlerden farklı kılan yerler nereleri, buraya seyahat edenler nereyi ziyaret etmeli?

Paris‘e gidilince ilk görülmesi gereken yer tabi ki Eyfel Kulesi, 324 metre uzunluğunda olan bu kule 1887-1889 yılları arasında yapılmıştır. Yine dünyaca ünlü olan Louvre Müzesi’nde ise Orta Çağ’dan günümüze kadar yapılmış olan birçok ünlü sanat eserini görebilirsiniz. Mona Lisa tablosu da bu müzededir. Notre Dame Kathedrali hem mimarisi hem de Victor Hugo’nun eserine konu olmasından dolayı Paris’e yapılacak ziyaretlerde kesinlikle görülmesi gerekenlerden. Dünyanın en çok bilinen caddesi Şanzelize’de de bir gezintiye çıkmanızı tavsiye ederiz. 1. Dünya Savaşı’nı bitiren antlaşmanın imzalandığı Versay Sarayı güzel bahçesi ve tarihi bölümleri ile çok sayıda ziyaretçi çekmektedir.

Kırmızı değirmen simgesiyle bilinen Moulin Rouge dünyanın en eski kabarelerinden biri olmasına rağmen günümüzdeki salonlarla yarışabilecek düzeydedir. Yine bu salonla özdeşleşmiş olan can-can dansı da buranın ününü arttıran etkenlerden birisidir. Şehir merkezinden uzaklaştığınızda tüm çocukların ilgi odağı olan Disneyland’ı görebilirsiniz. Eğer tarih meraklısıysanız Fransız Devrimi yıllarında giyotinle idamların en çok yapıldığı meydanlardan Concorde Meydanı, savaşlarda sığınak olarak kullanılan Les Invalides anıtı ve Napolyon tarafından yapılması emredilen Zafer Takı’nı da ziyaret edebilirsiniz.


Sen Nehri üzerinde bulunan Sanatçılar Köprüsü yani Pont Des Arts’ın ise aşıklar açısından farklı bir hikayesi var. Buraya gelen aşıklar aşklarını bir kilide yazıyorlar. Kilidi köprüye taktıktan sonra anahtarını nehre atıyorlar.

Alışveriş meraklıları ise Galeries La Fayette’e kesinlikle uğramalı, modanın başkenti olarak bilinen Paris’te her yıl moda haftaları düzenlenir. Bunun dışında da birçok festival ve karnaval burada yapılmaktadır. Paris’te daima gezilecek bir yer, oturulacak bir kafe bulabilirsiniz.

Paris tahmin edebileceğiniz gibi Avrupa’da turistlerin en çok ilgi gösterdiği ve en pahalı şehirlerden birisidir. Her ne kadar gezip görmesi gerekilen bir yer olsa dahi, bu külfeti düşürmenin yollarını aramak da mantıklı oluyor. En uygun Paris otelleri gibi, otel fiyatı karşılaştırma servisi sunan sitelerden kendinize uygun bir otel bulabilirsiniz. Yine uçak biletinizi gideceğiniz süreden 3-4 ay öncesinden internet üzerinden farklı havayollarının uçuşlarını karşılaştırarak almanız size büyük miktarda kar sağlayacaktır.

4.Arnavutluk’ta Ata Mirası : İşkodra (Mes) Köprüsü

Arnavutluk gezimiz sırasında hayli Osmanlı Eserleri ile karşılaştık bunlardan bizi en çok büyüleyen Mes (İşkodra) Köprüsü oldu.

İşkodra (Mes) Köprüsü Arnavutluk’un kuzey batı kentlerinden birisi olan İşkodra’da yer alıyor. Köprünün Arnavutçadaki adı “Ura e Mesit” kelime anlamı olarak Türkçesi “Ortada ki Köprü veya Orta Köprü” demek.

1780 yılında yani 18. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgede hakim olduğu yıllarda dönemin Osmanlı Paşası Mehmet Buşati Paşa tarafından inşa ettirilmiş. Bugün o dönemlerdeki gibi önem teşkil etmese de bölgedeki Osmanlı’nın en büyük mimari kültür miraslarından birisi. Köprü tipik Osmanlı Mimarisi ile inşa edilmiş ve daha metrelerce uzaklıktan bunu çok kolay anlayabiliyorsunuz.

Kir Nehri’nin iki yakasını bir birine bağlayan İşkodra (Mes) Köprüsü İşkodra geziniziniz bir parçası olmalı. İnşa edilmesinin ardından yıllarca İşkodra ile Drişti arasında bir bağ olmuş.  103 metre uzunluğu, 3,4 metre genişliğinde olan köprü  13 tane kemer ile desteklemekte. Köprü’nün ayakta kalması çok ciddi bir çaba sarf edildiğini söylemek zor fakat bizim fark ettiğimiz kemerlerin bir tanesi kaplanmış.

Köprü bugün kendi kaderine terk edilmiş gibi durmakta hele ki yakınlara inşa edilen yeni bir köprünün kullanılıyor olması Mes Köprüsü’nün önemini yitirmesine neden olmuş. Açık konuşmak gerekirse tarihi ve kültürel varlıklara çok fazla değer verildiği söylenemez.

5- Athena’nın Tapınağı : Partenon

Mitolojinin, tarihin kenti Atina’da mutlaka görmeniz gereken yerler arasında üst sıralarda olması gereken Partenon, Yunan tanrısı Athena’nın tapınağı olarak Milattan Önce 5. yüzyılda Atina Akropol’unun içerisinde inşa edilmiş.

Zeus’un kızı olan Athena Antik Yunan Mitolojisine göre zekanın, barışın ve sanatın tanrıçası olarak kabul edilir. Atina ve çevresinde en iyi korunmuş ve tarihi en iyi bilinen tapınak olan Partenon, Antik Yunan Mimarisinin en güzel örneği.

Partenon kaplamalarında kullanılan işçilik ve sanatsal çalışmalar o dönemin en üstü teknikleri ile yapılır ve Yunan sanatının geldiği son nokta olarak kabul görmüştür. Tapınak aynı zamanda Yunan demokrasisinin bir simgesi olarak görülür.

Tarihi kayıtlara göre Partenon tapınağının inşası, Perslilerin Milattan Önce 480 yılında Athene tapınağını tamamen yok etmesinden sonra inşa edildiği geçmekte. Tapınak milattan sonra altıncı yüzyılda  Bakire Meryem’e adanan kilise olarak kullanılmaya başlanır.

Osmanlı imparatorluğunun 1456 yılında burayı almasının ardından Cami olarak kullanmaya başlar ama zaman içerisinde Osmanlılar burayı cami olarak kullanmaktan vazgeçer ve cephanelik  olarak kullanmaya devam eder.

Tapınak zaman içerisinde Venedik topunun düşmesi sonucunda hayli zarar görür.Yunan isyanı sırasında savunma için kullanılan tapınak 19. yüzyılda içerisinde bulunan heykel benzeri tarihi eserler Britanya Müzesine taşınır ve de şuan Britanya Müzesi’nde sergilenmektedir.

6- Volga Nehri, Rusya

Dünya haritasını karşıma alıp keşfetmek için yeni rotalar arayışına girdiğim bir anda karşıma çıkmıştı Volga nehri. Moskova ile St. Petersburg arasında ince bir nakış gibi yaklaşık 3500 km uzunluğunda kıvrılıp giden Volga nehri, geçtiği yerlerde ne gibi izler, güzellikleri bıraktığını merak etmişimdir hep.

Peki, Avrupa’nın en uzun nehri olan Volga’da gizemli bir yolculuğa var mısınız? Volga nehri bu macera ve gizem dolu yolculuğuna Valday tepelerinden başlıyor ve Hazar denizinde son buluyor. Volga nehri üzerinde toplamda beş adat baraj bulunuyor bu barajların en önemlisi ve Dünyada en büyük elektrik santrallerinden birisi olan Volgograd Barajı’dır.

Volga Nehri, sanki bir karayoluymuş gibi ulaşım ve taşımacılık işinde kullanılmaktadır. Genişliği bazı yerlerde 230 metreyi bulduğu için rahat bir şekilde gemiler girebiliyor. Don Nehri ile 70 km kadar bir birine yaklaştığı noktada yapılan kanal ile Don Nehri ile bağlantısı sağlanarak taşımacılık ağı biraz daha genişletilmekte hatta Azak ve Hazar denizi arasında yük ve yolcu taşımacılığı yapılmasına olanak sağlanmakta.

Volga nehri hazar denizine 50 km kala muhteşem bir görsel şölen sunar. Genişliği 100 km bulunan havzadan 200 farklı kola ayrılarak Hazar denizi ile buluşur. Bu buluşma anında oluşan doğal güzellikleri tahmin edebiliyor olmalısınız.

Volga nehri yaz aylarında dünyadan binlerce turisti kendisine çekiyor. Kışın 3 ay boyunca buz tutan nehir adeta kabuğuna çekilerek gizemli dünyasında kendisi ile baş başa kalıyor. Nehrin buz tutması demek, Volga nehrinin artık bir kara yolu olması demek, nehir üzerinde artık gemiler değil, araçlar geçmeye başlıyor.

Volga nehri Rusya için önemli bir nehirdir bunlardan en önemlisi Volga nehri kıyısında yer alan limanların, ticaret için çok uygun olması, bazı önemli limanları Gorki, Kalinin, Kazan, Kuybişev ve Volgograd’dır.

Volga nehri hakkında kısa bilgiler vermeye çalıştım. Buraya gitmek için Cruise gemilerinden faydalanabilirsiniz. Veya benim gibi sırt çantanızı alıp Moskova’ya uçarak kendinize güzel bir gezi takvimi çıkarmak mümkün. Ama gemi ile yapılan yolculukta nehri daha iyi tanıma fırsatınız olacaktır.

Tatil planınıza farklılık katmak veya yeni rotalar keşfetmek istiyorsanız Volga nehrini keşfetmenizi  şiddetle öneriyorum.

7. Köln Katadrali

Biz gezimize Köln’ün mutlaka görülmesi gerektiğini düşündüğünüz Köln katedrali ile başlıyoruz. Kısa bir tramvay yolculuğundan sonra o devasal katedralin önüne geldik.Biz gezimize Köln’ün mutlaka görülmesi gerektiğini düşündüğünüz Köln katedrali ile başlıyoruz. Kısa bir tramvay yolculuğundan sonra o devasal katedralin önüne geldik.  Ortaçağ mimarisinin Avrupa’daki en iyi örneği bence. Zamanında Köln’ün en yüksek binası iken bugün ikincilikte.

 Köln sokaklarında hemen her yerden karşınıza çıkacak olan Bu Katedralin yapımı tam 632 sene sürmüş. Bugün hala ibadete açık olan katedrali gezmek için birkaç saatin az gelecektir.  Üst katlara çıktıkça bu devasal yapının büyüklüğü hakkında daha da fazla bilgi sahibi oldum denebilir.

Eğer bir ibadet anında gelmişseniz bazı kesimleri gezemiyorsunuz ama normal zamanda hemen her yerini gezmenize izin var.

Katedralin etrafı geniş bir alan, insanların dinlene yerlerde bulunuyor. Hemen her köşe başında karşımıza ya bir sokak sanatçısı çıkıyor yada ilginç gösteriler. Ön kısmına hazırlanan tiyatro merdivenlerine benzeyen uzun ve geniş merdivenler burada yapılan aktiviteler tiyatro havasında izlenmesini sağlıyor olmalı.7 dönümlük bir alanı kaplayan bu tarihi katedral 1248 yılında Hıristiyanların Katolik mezhebi için yapılmaya başlanıyor ve yapımı 632 yıl sürüyor. 1880 yılında tamamlanan bu katedral bugün hala Köln’ün en çok tercihe dilen ibadet alanı.

8.Preze Kalesi, Tiran

Preze Kalesi Tiran’dan 20 km kadar uzaklıkta ve Tiran’ın küçük ama en önemli yapılarından birisi. Kale adını aynı adı taşıyan yerleşimden almakta.

Tiran için önemli bir kültür merkezi haline getirmek için çabaların sarf edildiği Preze Kalesi, bölge için önemli gezi yerlerinden birisi. Bulunduğu konum itibariyle Tiran’ı kuş bakışı gözlemleyebileceğiniz bir yerde bulunması buraya olan ilgiyi arttırmakta.Dört kulesi kalesi bulunan kale, Arnavutluk için önemli bir tarihi öneme sahip. 14. yüzyılın sonlarında yapımına başlanmış ve 15. yüzyılın başlarında yapımı tamamlanmış.  Her köşesinde bir kule ve toplam kulesi bulunan kalenin içerisinde ki saat 1800 ile 1850 yılında inşa edilir.

Gezi sırasında mola vermek isterseniz restoran ve kaffe hizmet vermekte. Kale Arnavutluk’un o dönemlerde önemli bir ailesi tarafından yapıldığına dair bilgilerin yer aldığı gibi İliryalı bir kabile tarafından yapıldığı ve Romalılara karşı İliryalıların koruduğuna dair bilgiler yer alıyor. Hatta İliryalıların bugünkü Arnavutlar olduğuna dair tarihi kayıtlarda bulunmaktadır.

Tiran merkezinden 20 km lik bir yolculuk yaparak küçük ama güzel bir kale olan Preze Kalesini keşfedebilirsiniz.  Tiran gezilecek yerleri hakkında makalelerimiz devam edecek.

9.Bir Avrupa Klasiği : Londra

Avrupa Birliği’nin (Ab) en kalabalık ikinci büyük şehri Londra’dan bahsederken bazen kelimelerin yetersiz kalacağını sizde göreceksiniz. Yaklaşık 8 milyon kişinin yaşadığı bu metropol şehirde bağlı yerleşim merkezleri ile nüfusunun 12-15 milyon civarında olduğunu belirtmek isterim.

Bu koca şehirde 300’ü aşkın dil konuşulmaktadır.  Uluslar arası turizmin adeta başkenti olan Londra, 5 adet uluslar arası havalimanı ile Avrupa’nın ve Dünyanın en kalabalık hava trafiğine sahiptir. Londra’nın en büyük havalimanı Heathrow’dur aynı zamanda dünyanın en çok uluslar arası yolcu taşıyan havalimanıdır.Londra gezinizde mutlaka görmeniz gereken yerlerin başında Parlamento Binası gelmektedir. Belki de şehirde en kolay ulaşabileceğiniz noktalardan birisidir.

Tower Bridge:

Thames Nehri üzerinde yer alan köprü dünyaca ünlü Londra kulesine çok yakın mesafede olması nedeniyle “kule köprüsü” denilmektedir.  Köprü 1886 yılında başlayan 8 yıllık bir çalışmanın ürünüdür.

Tower of London (Lonra Kulesi):

Kule 1078 yılında kraliyet suçlularının tutulacağı yani cezaevi amacıyla inşası gerçekleşmiştir. Fakat daha sonraki yıllarda bu yer idam yeri, işkence evi, darphane, cephanelik, gözlemevi vs gibi çeşitli amaçlar için kullanılmıştır. Günümüzde ise Londra’nın en güzel gezi rotalarından birisini oluşturmaktadır.

Buckingham Sarayı:

İngiliz kraliyet ailesinin günümüzde oturduğu yer Buckingham Sarayıdır.  Bknz: royal.gov.uk/

Yukarıdaki kısa bilgiler vermiş olduğum sadece bir kaçı olduğunu bilmenizde fayda var. Gece hayatı ve alışveriş içinde oldukça seçenek var Londra’da.  Fakat buradaki fiyatların Türkiye ile aynı olmasını beklemek gerek.

10.Floransa

İnsana bazen sınırları aşmak farklı ortamlarda yer almak, bilmediğin yemekleri tatmak, hiç görmediğin tanımadığın sokaklarda cirit atmak inanılmaz huzur verir. Hani ne yapsam diye düşünürken aklıma düştü Floransa gezisi. Hemen Floransa gezisi için plan yapmaya başladım.

Daha önce bir yurtdışı turuna katılmıştım. Tur programında olmayan birçok tur çıktı ve bunlar ekstra idi yani ödediğim tur ücretinin neredeyse iki katını orada bu turlara ödemek zorunda kaldım gitmek zorunlu değildi ama gitmediğiniz zamanda katılan arkadaşlarınız turdan dönene kadar bir kenarda öksüz gibi kalmak ağır geliyor o yüzden bu Floransa turu programını tamamı ile kendim yaptım ve hiçbir tur programına veya seyahat acentesine bağlı kalmadan kendi özgür irademle yaptım. Gayet de güzeldi peki neler yaptık.

Floransa’ya tatile gidilirde Signoria Meydanı’nda (Piazza della Signoria) yer alan Neptün Çeşmesi’ni görmeden gitmek olmazdı değil mi?  Neptün çeşmesinin havuzunda yer alan Neptün heykeli ve etrafında yer alan mermer atlar, denizkızları ve erkek deniz tanrıları görülmeye değer ihtişama sahip.

Benim gibi arada bir sanat damarınız tutuyorsa ben uğradım çok güzeldi sizinde Piazza della Signoria’nın hemen yakınında yer alan Uffizi galerisi tam size göre. Uffizi galerisi öyle küçük bir yer gibi gelebilir ama Dünyaca ünlü İtalyan Rönesans’ının en güzel örnekleri bu galeride bulunuyor.

Müzenin çıkışında hemen çok yakın mesafede olan Eski Köprü (Ponte Vecchio)  görülmeye değer güzellikte ayrıca bu köprüyü özel kılan nedenlerden birisi Belki de dünyanın en çok köprüsüne sahip olan Floransa’nın II. Dünya Savaşında hiç yara almadan yıkılmadan ayakta kalan tek köprüsü olması.

Floransa gezimizde uğradığımız noktalardan birisi de Duomo olarak bilinen Santa Maria del Fiore kilisesi.  Santa Maria del Fiore kilisesi nereden çıktı demeyin bu kilise 1436 yılında yapılmış ve neredeyse tüm Floransa resimlerinde yer almakta. Gerek mimarisi gerekse tarihi açıdan çok önemli olan bu kiliseyi mutlaka görmeniz gereken rotalar arasına eklemeyi unutmayın.

Hazır kiliselerden başlamışken Floransa’da görebileceğiniz bazı kilise ve müzeler; Pitti Sarayı, Boboli Bahçeleri, Santa Maria Novella ve San Lorenzo kiliseleri, Bargello heykel müzesi, Accademia dell’ Arte del Disegno müzesidir. Aslında hepsi hakkında yazılar yazacağım fakat tek makalede tüm hepsini toplamak benim için zahmetli olduğu gibi sizin içinde okuması sıkıcı olabilir o yüzden ilerleyen günlerde tüm bu müze ve kiliseler hakkında ayrı makaleler yayınlayacağım.

Floransa’yı yürüyerek gezebilirsiniz. Özellikle Arno Irmağı üzerine yer alan köprülerde gezmenizi resimler çekmenizi öneriyorum.

11.Pietrasanta, Toskana

Toskana’nın gizli yüzü için, bu sahil kentinden başkasını aramayın. Lucca Eyaleti’nde sakin bir kent olan Pietrasanta, altı asırdır uluslararası heykeltıraşların ve sanatçıların merkezi olmayı sürdürüyor.

Şehrin asil apartman binalarında Michelangelo, Henry Moore ve daha yakın bir geçmişte Fernando Botero gibi sanatçılar yaşamış. Bunun diğer bir nedeni de şehrin Carrara’daki ünlü mermer ocaklarına yakın oluşu.

Düz ve dar sokakları Roma usulü ızgara planına göre (Toskana kentlerinde pek görülmeyen bir durum) inşa edilen Pietrasanta, bölgenin yaratıcı merkezi konumunda. Şehrin tarihi merkezinde, aralarında Galleria La Subbia (11 Via Padre Eugenio Barsanti; 39-335/586-4558) ve ünlü Toskanalı sanatçı Sandro Chia ve avant-garde Christo ve Jeanne-Claude ikilisinin eserlerinin sergilendiği Galleria Tega’nın da (56 Via Provinciale Vallecchia; 39-0584/793-940) yer aldığı 15′ten fazla çağdaş sanat galerisi açıldı.

Galerilerin sergi sezonu haziran – eylül ayları arasında doruk noktasına ulaşıyor. Ancak Pietrasanta bir sanatçı yerleşkesi olmaktan çok daha öte. Şehrin yabancı turistler tarafından az bilinen kumsalları, Floransa ve Milano sakinleri tarafından hafta sonu kaçamakları için tercih ediliyor. Son yıllarda ise, kendi sanat koleksiyonuna sahip, 19 odalı şirin Albergo Pietrasanta (35 Via Garıbaldi; 39-0584/793-726; albergopietrasanta.com; çift kişilik odalar 487 $’da başlıyor) gibi birçok şık otel, restoran ve buti açıldı. Ancak bu sahil kenti, tüm bu faaliyete rağmen kasaba havasını korumayı başardı. İşte geçmiş ile günümüzün mükemmel bir uyumu.

12.Beyrut, Lübnan  

Osmanlının hala ayak izlerini bulmanın mümkün olduğu Beyrut’ta 1990’lı yıllarda biten iç savaşın ardından hızlı ve plansız gelişen yapılaşmanın kargaşasını tanıklık edebilirsiniz.

Birkaç günlüğüne kısa bir gezi araştırması yaparken aklıma düştü Beyrut. Bir tura mı katılsam yoksa kendi imkânlarımla mı gitsem diye düşünürken, uygun bir uçak bileti buldum. Rafic Hariri Havalimanına vardığımda saat 15.30 sıralarıydı. Ulaşım konusunda hiçbir fikir sahibi olmadığım için konaklamak için rezervasyon yaptırdığım otele ben Rafic Hariri havalimanından almalarını istemiştim. 25 Dolar karşılığında Havalimanı otel transferimi gerçekleştirdim. İyi ki öyle yapmışım ulaşım olmadığı için taksiye 40-50 dolar gibi bir para vermekten kurtuldum.

Odamıza yerleştikten sonra şehirde kısa bir tur atmak istedik. Dışarı çıktığımızda toplu taşıma araçlarının olmadığını, gitmek istediğiniz yere taksi ile gitmek durumunda olduğumuzu öğrendim. Çokta önemli değil çünkü şehrin bir ucundan bir ucuna 10 dolara gidebiliyorsunuz. Beyrut’ta beni en çok şaşırtan şeylerden birisi oldukça fazla lüks kâffe ve barların olması. Özellikle doğu kısımlarında Hıristiyanların yaşadığı kısımlarda bar tarzı yerlerin daha çok olduğunu söyleyebilirim. Bu arada şunu da belirtmeden geçmek olmaz, Beyrut’un doğusunda Hıristiyanlar, batısında ise Müslümanlar çoğunlukta yaşamakta.

Osmanlının hala ayak izlerini bulmanın mümkün olduğu Beyrut’ta 1990’lı yıllarda biten iç savaşın ardından hızlı ve plansız gelişen yapılaşmanın kargaşasını tanıklık edebilirsiniz.

Akşamüstü sahilde kızılın hemen her tonunu yakalayabilirsiniz. Muhteşem bir gün batımına tanıklık edeceğinizi söyleyebilirim. Akşamları eğlenmek için birçok mekân olsa da benim ilgimi çeken The Music Hall oldu. Belki de bizim eğlence kültürümüze daha yakın olmasındandır. Burada sıkıldığınız zaman gece geç saatlerde coşkunun had safhaya ulaştığı B018 sabaha kadar hizmet veriyor hatta güneşin doğuşunu açılan tavanından seyredebiliyorsunuz.

Dünyanın 7 harikasından birisi olan Jeitta Grotto görülmesi gereken yerler arasında. Burada fotoğraf çekmek yasak ama teleferik yolculuğunun sonunda gördüğünüz doğal travertenler sizi etkileyecektir.

 Dönüşte eşe dosta bir şeyler almak isterseniz Arak rakısı (Lübnan rakısı) farklı bir şey olabilir. Yiyecek içinde kuru baklava farklılık yaratabilir. Downtown hediyelik eşya konusunda oldukça zengin.

13.Afrika’nın Batısında : Gana

Gana gezimiz aslında tamamen tesadüflerle başladı. Fildişi Sahilleri’ni ziyaret etmeyi hedeflerken Ülkemizden pek fazla kişinin bilmediği Gana’yı keşfetmek istedik. Uzun ve yorucu yolculuğun ardından kendimizi Dünyanın en büyük yapay su deposu olan Akosombo Barajı (Volta gölü) kenarında bulduk.

Gana hakkında bazı bilgiler vererek başlamak istiyorum bu Afrika ülkesinde gezimize. Güney tarafında Atlas okyanusu bulunuyor. Aynı zamanda Fildişi Sahili, Burkina Faso ve Togo ile de sınır komşusu. Portekizliler Gana’ya gelmeden önce krallık ile yönetilmekte olan bu küçük ülke daha sonra İngilizlerin sömürgesine girer. Portekizlilerin gelmesiyle Avrupa ülkeleri ile ticaret gelişir. İngiliz sömürgesi 1957 yılına kadar devam eder ve 1957 yılında bağımsızlığını kazanır ve bugün ki Gana Cumhuriyeti dönemi başlar.

Gana’da yer alan Volta Gölü bir diğer adıyla Akosombo Barajı Dünyanın en büyük yapay su deposu olarak kayıtlara geçmiştir. Beyaz Volta ve Siyah Volta nehirleri birleştirilerek kurulan bu göl ülkenin can damarlarından birisidir.

Gana Avrupa ülkelerine kakao, altın, elmas, kereste, manganez, boksit ihraç ederek döviz girdisi sağlamaktadır.  Accra (Akra) Gana’nın en büyük kenti ve aynı zamanda başkentidir. Gana’da klasik Afrika turlarının yanı sıra yürüyüş için ideal gezi rotaları yer almaktadır.

Gana’da en yaygın dil İngilizce alış veriş ve gezinizde size rehberlik edecek kişilerin rahat İngilizce konuşması gezmenizi kolaylaştırmakta. Fakat ülkede tek konuşulan dil İngilizce de değil 50 farklı kabile dili de yaygın olarak kullanılıyor.

Gana doğal güzellikleri ile oldukça zengin bir ülke. Doğa parkları ve Milli parkları görülmeye değer ayrıca yaban hayatını ve fotoğraf çekmeyi seven gezginler içinde oldukça güzel alanlar mevcut. Yapmadan dönmeyin diyebileceklerimden birisi alış veriştir. Hala devam eden açık pazarlar oldukça renkli.

Türkiye’nin semt pazarlarını andıran açık pazarlarda hemen her şeyi çok rahat bulabiliyorsunuz. Birde döviz olarak Dolar, Sterlin gibi dövizleri hemen hey yerde bozdurabiliyorsunuz. Alış veriş yaparken herzaman pazarlık yapın. Turist olduğunuz çok çabuk belli oluyor ve fiyatlar iki katına çıkabiliyor.

14.Dünyanın çatısına yolculuk : Tibet

Sizlere dünyanın çatısı olarak bilinen Tibet’ten bahsetmek istiyorum. Türkiye’de çok bilinmeyen bu yer hakkında sanırım çok iyi bir kaynakta olmadığını üzülerek belirtmek isterim. Fakat Tibet’i keşfetmek için çıktığımız bu yolculuk hakkında sizlere bilgiler vermekten inanın çok mutlu olmaktayım.

 Tibet’e dünyanın çatısı diyorlar ziyaretimizde bunu söyleyenlerin ne kadar haklı olduğunu bizzat gördüğümü belirtmek isterim.

Tibet Nerede?

Öncelikle kısa olarak sizlere Tibet hakkında bilgiler vermek istiyorum. Tibet Orta Asya’da Tibet halkının anavatanı olsa da bugün Çin’de özerk bir bölgedir. 1950 yılına kadar Bağımsız bir krallık olan Tibet 1950 yılında Çin ordusunun istilasına uğramıştır. Bu kadar genel kültürden sonra Tibet gezisi hakkında bilgiler vermek istiyorum.Son yıllarda Tibet’i keşfetmek için dünyada bir akın başlamıştır bunun nedeni sadece dünyanın çatısı olarak bilinmesinden kaynaklanmadığını belirtmek isterim tam olarak nedeni hala bu bölgenin bakir olmasıdır.  Tüm Dünya Tibet’in saf arazilere sahip olduğunu ve gerçek bir bakir doğaya sahip olduğunu kabullenmiştir.

Tibet yönetiminin bu bölgeleri turizme açmış olması buraya olan ilgiyi artırmıştır. Dünyanın her yerinden özellikle bu bölgeye turlar düzenlenmektedir.  Tibet’in şuan içinde yaşadığımız zamanın dışında kalmayı başarmış dünyanın tek yeri olma özelliği bizi şaşırtmaktadır.  Karlar ile kaptı Himalaya dağları, yükseltiler, platolar, nehirler vs kısacası Tibet aklınızın alamayacağı kadar güzel bir yer.Teknolojinin alıp başını gittiği, uzay çağının başladığı, tüm dünyanın bir bilgisayar içinde sığdığı bu zamanlarda Tibet bir istisna olarak kalmaktadır.  Tibet yıllarca kendi içine kapanmış, kapılarını dışarıya açmayan bir yerdi ve bu süreçte tüm dünyanın ilgisini çekse de bunu yapmakla ne kadar iyi ettiğinin farkına sanırım ben vardım sizde görseniz aynı kanıya varırsınız. Yıllarca gezginler bu bölgeleri keşfetmek için mücadele etse de yasak olması nedeni ile gizli olarak kaldı. Şimdilerde ziyaret edebilir bu inanılmaz coğrafyayı sizde keşfedebilirsiniz.

Tibet’in başkenti Lhasa’dır. Lhasa’ın anlamı “Tanrıların toprağı”dır. Lhasa’da ziyeret edilmesi gereken en güzel yerlerden birisi kesinlikle Potala Sarayı’dır. Shigatse Tibet’in ikinci büyük şehridir aynı zanda Hinduizm ve Budizm için kutsal yer olarak kabul edilmekte ve çok uzaklardan hac için bu topraklara gelmektedirler.Tibet gezisi için en ideal dönem kesinlikle Mayıs Ekim ayları arasıdır. Burada geçen zamanın nasıl geçtiğini anlamayacak ve rüya gibi bir zaman geçireceksiniz. http://www.toptrip.cc/tour_tibet.htm (İngilizce) burada Tibet için düzenlenen bazı tur programları yer almakta inceleyebilir size en uygun tur programına katılabilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.